17 Mayıs 2019 Cuma

Kırmızı

      Minik çocuk hayal ediyor, bedeni aynanın karşısında , saçları sarıya boyanmış , dudakları irileşmiş ve kırmızı , birazda makyajlı ve  kraterleşmiş suratı. Sanki o an ruhunu aynaya aktarıyor , yada ayna karşısında görüntüsü kendisi ile bütünleşiyor.
 Hayal ediyor  bu yeni haliyle  evcilik oynarken kendisini , zira oyuncak bebeğini olgunlaşmış göğsüne değdirmesi, daha tatmin edici arkadaşları önünde , bir anne figürü için.
  Etrafındakiler hep aynı kalır minik dünyasında , sadece o büyür , o kanıtlar kendisini diğerlerine , yaşama amacı buymuş gibi dünyada.
 Oysa bilmiyor bazı gerçekleri , biraz sert bir giriş olacak lakin ;
Gece 2 de kabuslarında korkudan altını ıslatan ve yardım çığlıkları atan bu küçük kız , 15 yıl sonra gece 2 de zevk çığlıkları atacak.
Tanrım evet! , Tanrım hayır !

2 Mart 2017 Perşembe

Gölge -1-


           

                 Geceleri ağır basar şeytani hislerim. Kanatları açılır bulutlara değercesine ve kulağıma fısıldar emirlerini yanı başımda. Diken diken olur tüylerim , titreyerek çıkar  sesim ve içeride 4 mevsim geçirir nefsim . Zor gelir geceleri hayaller kurmak , yardım eli uzatmaz beyaz kanatlılar , nefretim nükseder odamda tek bir ışık kalmayınca. Sırt çevirdi sanar bilincim, terk etti beni baba , lakin bırakıp gitmez yinede, kor alevle yanan meleğini bırakarak yanımda . Geceleri ağır basar yalnızlığım , ilizyonlar dağılır etrafımdan , masam sandalyem yok olur , bir başına kalır aklımdan geçenler . Kan damardan çıkmak ister lakin mantık engel olur yok oluşuma. Göz yaşı akmak ister ama izin vermez gururum duygularıma.

           Gün doğar , ezanlar okunur sokaklarda, kulağımda da çan sesleri , 6 köşe yüzüğüm , tasavvufum her yöne ilerler. Farkında emredilen öğütlerin ve tapelerin. Akıp giden bulutların arasında bir şeyler aramaz yada ötesinde ilgim.Çölde kaynayan suların tadını merak etmez yada kutsal sayılan rivayetlerin. Kar kaplı dağlar ilgimi çekmez yada içinde öfkeyle patlayan alevlerin. Emri veren hissiyat ilgimi çeker benim. Kendisini arar elçilerin.

           Güneş tepeye ulaşınca ilizyonlar gerçek olur bilincimde, gölge uzaklaşır bedenimden , beyazlık elini uzatır usulca. Gözler kapanır  ve nöbet tutar başımda gece oluncaya kadar ak kanatlılar. Az kaldı diyerek fısıldar kulağıma , az kaldı.

         

25 Ocak 2017 Çarşamba

İçgüdü 1-2


             

                 1-      Tabularıyla çevrelenmiş gölge,  tabularla çevrelenmiş kitleler içerisindeki ahlaki ve gurur yasalarını çiğneme noktasında büyük korku duyuyor. Hayvanlar arasındaki savaşırsan kazanırsın yasası , tabularla çevrelenmiş toplumlara karşı büyük bir ironidir. Zira hayvansal içgüdüler tanrının bizlere büyük bir hediyesidir ve günümüz toplumlarında bu iç güdüyü ortaya çıkarmak lekeli muamelesi görmemize sebep oluyor , yada kişinin kendisini lekeli hissetmesine. Bu çatışmanın temel sebebi ise  ahlaki , geleneksel ve tabu yasalarının , hayvansal iç güdüler barındıran insanoğlu ile çatışmasıdır. İnsanoğlunun zincirlenemeyen arzularına hiç bir yasa yada ahlaki dayatma tasma vuramayacaktır.

                 2-        Geçmiş zamanlarda  belirlenen bir ideolojiye uygun bireyler (köleler) bulabilmek için  dini liderler , iyilik elçileri , sözde barış savunucusu siyasi liderler veyahut sanatını topluma adamış isimler bulunarak  onlarında aynı ideolojiye hizmet ettiği savunulurdu ve  toplumun güveni kazanılırdı. Günümüzde renkli ekranlar ve diğer eroinlerinde yardımı alınarak kişinin zayıf bölgesine nokta vuruşu yapılıyor. İşte ahlaki dayatmaların ve kendini zorlama hastalığına iten kişinin tedavisi burada başlar. Örnek verecek olursak cinsel olgunluğa erişmiş erkek bireyin tabularla oluşmuş zorlama hastalığını yenmesi için kadınlar hizmet ettirilir. Kişinin  ''bu durumu aşar isem özgür kalacağım ''   iç sesi yok edilir ve hizmet için hazır hale getirilir.

28 Aralık 2016 Çarşamba

Gelenekleriniz , geleneklerimiz..


           Yüzyıllar geçse de yok edemedi insan , beyninde büyüyen tümörü. İyi ve kötü arasındaki boşlukları doldurdu kendi zekası ve bazı yardımlar ile ancak en büyük zehiride yine kendi kendine enjekte etti panzehir niyetine. Gelenekleriniz , geleneklerimiz...



                                                                   İçimdeki Ses

            Liderini seçti en küçük kitleler , lider emirlerini yağdırırken, boyun eğdiler çiftleşerek , çoğaldılar, çoğaldılar ve toplumu meydana getirdiler. Lider de boş durmadı bir kral seçti kendi meninden. Toplum haykırdı ağızda salyalarla krallığı salladı devrim yaptı , krallar kurtuluş yolunu gördü rüyalarında, tanrıyı indirdi  beraberinde yasalarla. Elit konferanslar kuruldu , meclisler oluşturuldu , dünya defalarca kükredi ancak hiç değişmedi liderler.

      İlk insanlardan , düzenli medeniyetler kurulana dek toplumun bir arada tutulması için gelenekler ortaya çıkarıldı. Geleneğin gücü , elit kimselerin konferansları ile değil çoğunluk olan kitlelerin feryatları ile büyüdü. Liderin , gerçeklik isteminin kuvveti o kadar çoğaldı ki , kitlelerin sorgulamadan yasalara boyun eğmesi bir süre sonra lidere bile bu yalanları inandırdı. Bireysel olarak toplum , kendine fısıldayan o iç sese kulak vermeyi reddetti hatta günahkarlık korkusu ile o sesi yok etti. Yozlaşmış toplum , geleneklerin emrettiği ahlak yasalarına uymayan sözde ''deli'' olarak adlandırdıkları kişileri ayrıştırdı , yetinmeyip cezalandırdı. Yasaya boyun eğen , geleneğin temsilcileri ve ahlak nöbetçileri 'iyi birey' olarak nitelendirildi, yalnızlaştırılan ve ötekileştirilen insanlara da küfürler edildi , taş fırlatıldı.

      Bugün insanlara sunulan adalet sisteminin ve yasaların temelinde geleneklerin yattığını söyleyebiliriz. Yaratıcının emirleri adı altında sunulan sahte vaazların ve sözde medeni ve laik insanların getirdiği sistemin altında toplumun can çekişiyor olması, düzenin aslında ilk dönemlerden beri kullanıldığı gerçeği ile birlikte yıkılamaz birer inşadır. Bu toplumun can damarıdır. Bağımlıdan uyuşturucusunu keserseniz onu öldürebilirsiniz. Toplumun yanlışa düştüğü en büyük hususlardan biri ise liderin belirli bir ideolojiye hizmet ettiğini bildiklerini sanmaları. Oysa lider gerçek ideolojisini açıklayacak yada fark ettirecek kadar aptal değildir . Liderler, toplum ne isterse onu verir tabi isteklere birazcık etki ederek. Onlar kimilerine göre şeytanlar , kimilerine göre ise tanrıya hizmet eden bir kul. Gerçek ise her ikisidir.

11 Ekim 2016 Salı

Düş



       
              Kulübemin çürümüş ahşap parçaları arasından sızan siyah yağ damlaları. Deniz ile betonun arasında sıkışıp kalmış bu küçük dünya , odamın içerisindeki uzun ve karanlık bacadan nefes alıp veriyor. Sobanın yanı başındaki kilimleri tutuşturmuş odamı aydınlatıp dans eden alevler. İpler gerilmiş köşeden köşeye, birbirine tutunmuş kolonlar arasında ısrarla yıkılmayı reddeden masamın üzeri ıslanmış , kağıtlar eriyor , mürekkep parçalanarak birbirine giriyor...

                                                                       -

            Kapıyı çalmayı bekleyen , yüzü beyazlamış ve bedeni kurumuş kişi , sol eliyle saçlarını tırmalıyor , sağ eliyle tırnaklarını kemiriyor. Bir bacağını ileri uzatmış diğeri ile desteğini sağlıyor ,
 ayakta durmakta zorlanıyor. Davetsiz misafir rolündeki insan kostümü giymiş bu zat
 cesur değil , son derece şüpheci , sabırlı ancak bedeni fazla dayanamaz. Kapıyı çalıp,  içinde biriktirdiği nefesi dışarı atması lazım...    
      Klasikleşmiş kapı zillerinden ziyade bu kapının zili oldukça ürkütücü, zira haber verme yada uyarıcı tonlara sahip diğer zillerden farklı olarak bu ses adımlarımı daha geriye atmama sebep oluyor. Beynime kazınan bu ses kapı zilinin susmasından sonra bile iliklerime işliyor, geriye doğru harekete geçti gölge, sesler gelmeye devam ediyor...kapıyı kimse açmıyor.
     Son kez dönüp arkasına baktı gölge ve seslendi ! Elveda bizlere veda eden uçurtmalar ve göçmen kuşları , elveda keyfinin doruklarından aşağı düşen , şişmanlamış mutluluk. Geleceğim gözlerimden akan kan kadar acı verici , ruhun bedenden ayrılması kadar gerçek.  Hızlandı adımlarım, binadan çıkarken , sanki o kapıdan uzaklaştıkça , koşmaya başladım yada kaçmaya.


              Resmin canlanır gözlerimde , dudaklarının ıslaklığı giderir susuzluğumu
              Dalgalanan saçların ellerimi ısıtır her temasında.
              Sonsuz denizleri doldurur gönlümden çıkan kuyu.
              Ağlar gökyüzü sen uzaklaştıkça , sarılamaz kollarım ince boynuna , toprak kokar zemin  mesafeler uzadıkça.

    Karanlık ve pusluydu kalabalığa karıştıkça zihnimden geçenler , karanlık ve umutsuz merhametim. Nefsim azmıyor sokaklarda suratlara baktıkça. Bir birikimdi bu dünyada karanlık ve beyaz. Cennette mutluluktan diz çökmek , cehennemde alevlerle dans etmek için.


                Bir hırs girdabına kapılıp yükselişe geçti kendime güvenim , girdabın son bulması ile bulutların arasından hızla mezarına düştü bedenim. Vahşi hayvanı uyandırdı gece kabuslarım deliksiz uykusundan , yataktan yavaşça doğruldu ellerim , adımlarımda afyon etkisi , cehennemin zincirlediği ruhum ve solgun benizli suratın kor alevi.
       


     
             

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Sürgün



               Kanatlanıyor kuşlarım , derinlere hareket başladı , özgürlüğü kucaklıyor ve gökyüzünün maviyle buluştuğu yere ilerliyorlar. Boynun inceldiği yerden uzar yukarıya doğru kollarım , kanatlarımı çırptıkça  gözyaşlarına boğulur bulutlar , her damlasında bir parmak kalkar semaya..
                                                   
                                                                           -

               Memnun değiliz bizlerden koptukça hissettiğin açlığa , isteksiz tavırlar seni mecburiyete sürükler , kaçırdığın gözlere meydan okuyor gerçekler , suratına çarpan her damla seni yıkayıp temizlesin geçmişinden zira lekeli korkuların , saçlarının akları kana bulanmış. Karanlık çökmüş üzerine , ellerin sahte suratını gizlerken.
       Tabutun çınar ağacından , evvel zamanda üzerinde kuşların yuva yapmış , uçmayı başaramayan küçüğün yapraklar arasındaki çığlıkları köklerini sızlatmış. Sararmış orman , rüzgarın şarkılarına bizler eşlik ederken. Ve şuan buradayım diyorsun , bir şeyini kaybetmiş , her şeyini kaybetmiş bir şekilde. Gözlerin kapalı hiçliğe doğru bizlerin gidişini izlerken   ancak kapatman ile açman bir olacak yıllar sonra terazin kaybettiklerini dengelemez ise .

            Her acı bizlere ölümsüz olduğumuzu hatırlatır ve her yeni deneyimlerin etrafında bir çember kuruyoruz , bu anı kucakla bizler sadece illüzyonuz.

9 Temmuz 2016 Cumartesi

Beyazın yansıması




             Şapkamın altında bir şeyler gizli , gölgesi çevremi karartır. Orduların ayak sesleri bir endişe uyandırmıyor yürüyen ölülerde. Efendilerinin sakalları tel tel uzayan kibrit çöpü , her haykırışta tutuşup alev saçar kalabalığa. Mucizelerin efendileri , göğü yarıp bizlere kadınlar , içi para dolu küvetler yağdıracak. Köle küveti parayla doldurup , kalabalığı zevkten çıldırtacak. Beyaz entarisinin altından zehir damlıyor sivri şapkalı efendilerin. Geleneklerin ağır yükü çocukların gözünü kan ile bürüdü , ellerinde  makaslarla  saçlarını kesiyor sakallarını uzatıyorlar. Güneşin önü kapandı , cehennem cennet denilerek tanıtıldı . Yok edin bizleri , erken yok oluş daha iyi bir seçenek değil midir ?
 
            Beyaz kefenlilerin parmakları beni işaret eder  , adım atılacak zemin dikenler ile kaplanmış , gökyüzü ağlar , tabanlarımdan kanlar akınca. Manevi çığlıklarım maddiyata karşı gelir .Beyaz kefenliler dişi kölelerinin tasmasını  çekiştirir, boyun vurulmadan önce bir kaç çocuk daha ekleyecek kendisine ait sandığı dünyaya.

             Cellatların boğazı tıkanmış , geçmemiş  yok ettiği esirlerden kopardıkları. Midelerinde bir çocuk kafası , bir saç tokası ve içe doğru büyümüş sakal yumakları. Onlar tanrının orta parmakları.

Şuur



            4 köşe arasında parıldayan bir ziyafet. Açığa çıkar içindekileri, tüm çıplaklığını , bu mutluluğu hak ediyorsun. Obez arzularını tatmin et , kopartıyorlar , ısırıyorlar şölenden birer parça. Göz bebeklerinin davet ettiği arzuları tüm yansımalarıyla kabul et. İçeri alın onları , genişlemiş damarlarım yol açsın , kenarda bir yerlerde buruşmuş et parçaları onları iyi karşılasın , kurumuş etlere kırmızı ikram edin, gidersinler susuzluğunu ..

          4 parça arzularım ve sola adımlarım , resimlerin her yerde , sağ köşedeki sesini istiyorum , tavandaki kokun üzerime sinmiş  ve aşağıdakiler bacaklarımı çekiştirir , harekete geç , gider susuzluğunu..
      Perdelerin arkasına gizlenmiş bir kıvılcımsın , resmin gözlerimi alıyor , çığlıkların aklımı karıştırıp kokun burnumu kanatıyor, bacaklarım yorgun, bir parçana ihtiyacım var. Arzularım zil çalıyor , bir , iki , üç , dört. Aynaları kırmış , sarhoşluk harekete geçmiş , gizemini alıkoymuş meydan okuyor kurallara. Bir isyan , bir devrim istiyorlar. Zincirleri kopmuş , yara izleri inceltmiş bileklerini , mantık diz çökmüş  en tepede , şehirlerimi yok ediyorlar, parçalarım yanıp kül oluyor , davul çalanlar ilerliyor Bir , İki , Üç..     Susuzluğumu gideriyorum.

11 Ocak 2016 Pazartesi

Uykum ağırdır benim



           -Cehennemden gelen ayak sesleri, beni kendisine adım adım yaklaştırıyor. Sigaramın dumanından yükselen portreler , alevler içinde şarkılar söyleyen kadınlara ne kadar da benziyor. Adımların sıklığı kendimi rahat ve güvende hissettiriyor gibi , yalnız değilim burada. Yalnızlık içinde aşağı akan kum tanelerinin bolluğu ile ateşlerin arasından dışarı çıkmaya çalışan kalabalık ne kadar da benzer. Yan yana kenetlenmiş günahkarlar birbirlerine ne kadar da uzak oysaki. Korkuyu aşmış onlar , cesaret teriminden de bir o kadar da uzak dikenli kaktüsler. Dikenlerini birbirlerine batırıyorlar. Acıları , çenelerinden aşağı sarkmış, dilleri ile kayıp çocuklarını aşağı itiyorlar. Göbek bağı ateşlerler içerisinde küle dönüşen masumlar birer birer cennete düşüyor. Sonu gelmez işgencelerinin tanımını yalnızlıkları ile tamamlıyor. Uzanıp tutunamadıkları korkuluklar , ellerine batan dikenlerden ibaret artık. Boyunlarından sarkan zincirler ile arka arkaya dizilen ufalmış kum taneleri birer birer karanlığa düşüyor. Sonu gelmiyor , ne kadar da çoklar. Uykusuzluğa alışmış bedenleri , kapanacak gözleri yok olmuş , nefeslerini karınlarındaki büyük delikten alıyorlar. Boğazlarından geçecek tek bir su damlası için yalvarıyorlar ama tek yutkundukları dişleri ile söktükleri tırnakları. Zarar veren elleri onları terketmiş , dilleri , gözleri , ayakları onları bırakıp gitmiş. Etrafımdaki parmaklıklar bana anılarımı yansıtıyor . Her utancımda bir yenisi ekleniyor. Gittikçe daralıyor bu kafes. Utançların sonu gelmez , hiç bitmiyor , ardı arkası kesilmiyor. O kadar yaklaştılar ki bana, ruhum eziliyor ve can çekişiyor aralarında. Bedenimi uzaktan izliyorum ama çektiği acı içime işliyor. Anılarım sürekli tazeleniyor ve yeniden yok oluyorum ta ki tekrardan doğuncaya kadar.

          - Defnedilmeyi bekleyen , siyah kefenlere sarılmış bir beden. Çukuru kazılmış , derin çok derin , fırlatıp atacak kimse yok etrafta. Topraktaki yaratıkları, canlıları besleyecek bir yardımsever          yok mu ? Kokmuş bedeni , kimse dişlemez onu, bir canlının neslini bile tüketir bu iğrenç bedeni. Çöllerin en karanlık yerinde unutulmuş , en soğuk gecesinde ve en yakıcı gündüzünde terkedilmiş bir ceset. Rüzgar üzerinde dans ediyor , kum tanelerini sürükleyerek yazılar yazıyor etrafına . Her harfte can çekişir gibi kıpraşıyor ceset. Alıp götürecek kimse yok mu onu. Tanrıda mı terketti seni ey kıymet bilmez , lanetli ruh. Yağmur  yağmıyor onun üzerine , her parçayı her noktayı rahmetlendiyor ama onu es geçiyor. Ceset acı çekiyor , ağlamıyor kimse benim için , sende mi terkettin beni Tanrım!

           Yaratıcı yüzeye inse etraf siyah kefenler ile dolardı dedi kefene sarılı olan. Kimse kurtulamazdı onun azabından  bu canlıları, herkes diz çöküp af dilerdi. Peki ya affeder miydi ? Güneşin önünü bulutlar kapasa da , yağmur damlaları birer birer dökülse çürümüş bedenimin üzerine. Kefenime ak düşse de yavaşça gömülsem toprağın içerisine.

9 Ocak 2016 Cumartesi

Yorgun




                Sızlanmayı kesti tıkanıp kaldığı delikte. Çaresizlik , kin duygusunu kabartıyordu merhametliler etrafımı sarar korkusuyla. Karşısında duran ayna , yansıtmıyordu bir delinin görüntüsünü , başkaları yer almıştı , başka gösteriler düzenleniyordu bu tiyatroda. Her perdenin açılışında , kıyametler ve çığlıklar bu deliye hitap etmiyordu. Tıpası bir açılsa , etrafını donatan kalabalığa ne sözler dökülecekti kim bilir. Ormanında yükselen o yüce ağaçların dansını, dalgaların hoyratça savrulmasına benzetti o an , kendi düzenlediği tiyatro oyununa, usta bir oyuncu ziyaret etmiş gibi sevindi kontrolsüzce . Salıncağı sallayan değil , sallanan olmak istedi , kudurmak istedi mutluluktan , gözleri yerinden fırlamış bir sincap misali fındık cennetinde uçmak , gözyaşlarını mutluluktan akıtmak istedi.

                Pençelenmiş bir kurban , ipleri elinde olan bir kukla. Oysa , ipler başkasının elindeyken ne kadar da mutluydu bu sunak. Dişleri sararmış , gülmüyor kan gitmemiş suratına . Vücuduna bencillik işlemiş ve tüm kanı kalbine doğru akıtmış. Ve boynu bükük ! haksızlığı kabullenmiş. Unutmadım , diyecek kadar asil olamadı ama unutamadım diyecek kadar da masum bakıyor gözleri. Öfkeli , hırçın artık sözleri , tepeden aşağı yuvarlanan bir çocuk kadar saf aradığı heyecan lakin uçurumdan düşmüş kadar hasarlı beyni. Dikiş tutmaz duyguları , kibirli de biraz. arıyor  etrafında o kokuyu ve o sesi.  Bitmek bilmeyen bir arzu bu , beslendiği kaynak , aradığı efendisi mi yoksa , alışkanlık olmuş sevgisi mi.

                Ne nefret duyabildi ona ne sevgi. Özleyemedi bile geçmişini , tıkadılar umutlarını, ulaşamadı hayallerine , tutunamadı ve yenik düştü yorgun bedenine..

             

7 Ocak 2016 Perşembe

Kanlı milad




                 Bir zirve yarışı, bir güç gösterisi insanoğlunun düşünce felsefesi. Temel prensibi yıkmak ve yok etmek, merhamet gösterileri düzenleyebilmek için . Canlıları incitmek , bunun için fırsat yaratmak özündeki isteği. Kendini kör edip , hislerini kuvvetlendiren ve bununla ayrı bir yarışa girmek isteyen fikirlerin vücut bulmuş hali.

          İnşa eden elleri kırmadılar mı , fikirlerin üzerine toprak atıp mezarlıklar oluşturmadılar mı . Yok etmek isteyen bir insanın , yarattığı kendi dünyasına son kez tükürüp , yalatmak istemedi mi diğer insanlara . Son sözlerinde iyilik vaazları verip , geçmişlerinde bahçelerini kanlı kuyulardan sulamadılar mı. Şehvetin kölesi , karşı cinsin yaşama sebebi .İki  yapının arasında kalıp , diğerinin üzerine basan ve elleri ile oluşturduğu sanatı zirveye taşıma isteği. Yükselt kendini ! senden başka kimse kalmasın sivri tepelerde.
       
          Zayıf ellerde yükseldi örnek alınan insanlar, döneminde yaşamadın , aynı havayı solumadın , acısına ortak olmadın .Amacına ulaştığında , vasiyetin kime kalacak , senden sonrakiler senin hangi boş çuvalına çomak sokacak.

Dua

           

              Dinleniyorum , sessizce akan bir ırmağın huzurunda diz çökerek. Akıntı ağır , akıntı çok narin .Cennetin damarlarında kaynayan saflığın , yavaşça ilerleyip , içerisinde hayata tutunan bir ağacın etrafında dans etmesi ve merakımı uyandırıyor oluşturduğu gizemli kıvrımlar.  İçimi ısıtıyor  bu ziyafet , gözlerim ve duygularım istediğini alıyor. Takip etsem ulaşır mıyım sonunda birleştiği geniş okyanusa. Derin bir mavi , derin bir sonsuzluk.

            Sonuna kadar mücadele etmem gerek verdiğim savaşta. Her saniyemi değerli kılmam , tüm duygularımı memnun etmem gerek. Son vermek isterim çırpınışlara ama değerli ruhumu, değersiz vücudumdan ayırarak değil. Kendimi doğanın huzuruna teslim edip , zehirli kemirgenlerden ayrılarak.

         -Nefret şelalesinde değil , mavi denizlere yenilmek isterim
          Çok konuşan diller ile değil, dile gelmiş rüzgar ile sohbet etmek isterim
          Gözlerimi açtığım yere değil , kapayacağım toprağa sarılmak isterim

         İnşa etmek isterim kendi evimi , bahçemi renkler ile donatıp , güneşin bakışları ile ısınmak , bulutların hüznü ile yıkanmayı dilerim. Cennetin ön sözü olan dünyada , insanların cehennemi ile son bulmasın isteklerim..

4 Ocak 2016 Pazartesi

Gerçek dünya


 -Yerdeki çamur ve pisliklerin arasından bizleri izlesinler..


                Bir çocuk tanıyorum. Bedeni taşımıyor artık kafasını. Hükmetmiyor , yok olmuş vücut parçalanmış ve dökülüyor. Gözleri simsiyah, kulakları işitmiyor artık , zar yok olmuş yerine bir duvar örülmüş adeta.
          Bir çocuk tanıyorum , vazgeçmiş her şeyden. Adımları düz değil, bir sağa bir sola yalpalıyor. Kaybetmeye alışmış , kafası karışmış bilmiyor yön ne tarafta. Saçları pis , iğrenç , birbirine karışmış , su yolunda akan o simsiyah su eşlik ediyor alnından aşağıya.

                 Bir labirent zihnim , puslu ormanlar ve duvarlarla çevrilmiş. Binalar yükseliyor arkalarında , durmadan akan bir çeşme ve sürekli yanıp sönen sokak lambaları. Güvende hissetmiyorum burada , yalnızca eksikler yok bu dünya da , birbirini tamamlayan kabuslarda var etrafta. Denizin feryatları kulağıma çalınıyor , kapatmış önünü yine uzunca bir bina, güneş doğmuyor buraya.


         - Yolculuğa çıkıyorum sen ve ben, kimse olmadan , uyandırın beni
            Topraktan süzülen dumanlar ve kanlı eller fırlıyor mezarlarından
            Uykularım benden ne ister  ? kabuslarım neler anlatıyor bana
            Kar kaplamış gölgeleri , buz tutmuş anılarım , üşür bedenim rüyalarımda
            Fısıltılara kapalı artık kulaklarım , yolculuğa çıkıyoruz seninle ve ışığımla gerçek dünyaya..

2 Ocak 2016 Cumartesi

Kuyu



       
              Dipsiz bir kuyuyum ben , taş atsalar içime , inip çıkartamazlar. Merak etmezler içimde neler beslediğimi. Umursamazlar , tek gördükleri karanlık , uzun uzadıya bir karanlık. Ses duyamazsın, çıkartamazsın içimden tek bir fısıltı. Bağırırsın , çığlık atarsın tepki alamazsın benden ve bırakırsın en dibe doğru bir taş daha.
   Ama ! taş kalmamış yerde , fırlatıp atılacak tek bir taş. Hepsi olmaması gereken yerde hak edilmeyen derinliklerde . Her bir taşa bir sitem , bir özür yada bir eylem fısıldanmış, geri getirilemez , çaresizlik ve özlem..

            -Sersemlemişsin dostum , yorgun düşmüşsün. Nedir sırtında taşıdığın bu yük , paylaş benimle. Emanet et bana yüklerini , anlat , anlat bana, ellerini uzat. Kuralım ortaya bir çember ve yakalım ortasına bir ateş. Dans edelim birlikte etrafında gülerek, alaylar edelim ağzımızdan salyalar akarcasına. Tufanlar kopsun içinde , önce yukarı taşı o mutsuzluklarını sonra bedeninden dışarı fırlat ve yanışını izleyelim onların.
     Sonra bir yağmur fırtınası ! sadece bizim etrafımızda , söndürsün o alev çemberini , dumanlar haykırarak yukarı yükselsin. Silme , dokunma gözlerine , bırak yağmurlar boşalsın hala sende , bırak elleme.

             Anlat son kez dostum , bağır yüzüme , küfret bana. Sen kendine zarar verme , kurtul önce şu yüklerden. Geçmişi mi , üzerinden ki adımları mı , yaratıkların haykırışlarını mı , kimin baskısı , kimin kırbacı vuruyor üzerine. Anlat ama sadece bana , kendi kuyuna ve derinliğine.

31 Aralık 2015 Perşembe

Sessiz rehavet



           Islık çalarak eve koşuyorum , her adımım da kanatlarım genişliyor , neyin heyecanı , neyin tutkusu bu. Dünyanın güzelliği merak sarmış fikirlerimi ama korkusu da vardı içinde büyümeyen ve kaybolup gitmeyen.

          Büyüdükçe aptallaşıyor gibiyim , bedenim eskiyor , ruhum yaşlanıyor. Cümleler , masum çocukluğumdaki gibi gelişi güzel dökülmüyor ağzımdan , sözler sıralanmıyor artık hedefine. Terler avuçlarımın içi ve buz gibi erir vücudum. Meraklarım , arzularım son mu buluyor , hiç başlayamadım mı acaba yolculuğuma..

           Ya şimdi , yırtık kağıtlar , bitmiş tükenmiş kalemler ve silinmiş yazılar süslemiş odamı. Penceremdeki yağmur damlaları süzülmüyor aşağıya , birbirini kovalamıyorlar, birleşmiyorlar , ortak noktaları kaybolmuş adeta. Ama ! adım atar gözlerim günde bir kez sana , ıssız ve yalnız bir yolculuk başlatırım anılarımla. Hüzünlerim ile kürek çekerim gözyaşları ile dolmuş nehir üzerinde ve merak , merak başlar geleceğime. Aralarım kapını günde bir kez , ziyaretlerim daima sana.

28 Aralık 2015 Pazartesi

Zirve

         

          Karanlık bir yaşamın var. Narin tepelerin ardından el uzatmaya çalışan ve yeniden doğmaya can atan. Bulutlara uzanan ellerini tutan... Hayır ! bulutların ardında kimse yok. Boş ellerim yüzümü kavrıyor. Gözlerim kapalı, vazgeçmiş ruhum bu direnişten , istemekten neyi istediğini dahi bilememekten. Gözlerim düğüm , açılmıyor , yüzeyi beyaz önü karanlık.

        Süzülmüş parmaklıklar arasından uçuruma uzanan bir ışık. Senin değil dur ! izle sadece. Aşağı bıraktı kendini kayboldu gözlerden. Kime ait bu ışık  ? Hayır , kimse ait olduğu önemli değil , onu istiyorum , onu avuçlarımın arasına alıp saçtığı kıvılcımlarla gözlerimi kör etmek onu hapsetmek istiyorum. Ne anlamı kalır ki o boşlukta süzülmedikçe. Ben onun bu haline hayran kaldım , ona sahip olmadıkça , onu elde edemedikçe onu daha da çok sevdim. En tepeye ulaşmak tatmin etmedi , zira yorulmadı o . Basamakları adım adım çıkmadı , bacaklarına kramplar girmedi, hissetmedi o duyguyu.   Yaranı kapatmayı deneme , acısı artar ama yok olmaz. Ayaklarına işleyen rüzgarın nefreti bacağını sarıyor , vücudunu ele geçiriyor soğuk , birini hatırlatıyor sana. Yok olmaz düşlerinin her bir kokusu seni ona iter, gerçekleşmeyen kurguların kafanda tekrar canlanır. Bilinç altın önceden programlanmış bir makine gibi ne eserse onu getiriyor gözlerinin önüne.

          Çevren hız kazanmış , modern dünya seni ele geçirmesin. Yüzünü okşayan güneşin sıcaklığına aldanma. Gözlerin soğuk baksın, aldanma güneşe , izin verme sahteliğe benimle kal.

21 Aralık 2015 Pazartesi

Tarifsiz özlem



      Son bir kaç saniyedir nefes alış veriş hızımı hesaplama çalışıyorum. Daha hızlı , daha yavaş , hızlı - hızlı ve yavaş. Gözlerimi açmayalı yıllar olmuş gibi. Ya gözlerim kapalı yada öyle hissetmemi sağlıyorlar. Kolumu hissediyorum , bacağımı,  ayaklarımı , parmaklarımı  ama sanki artık bana ait değillermiş gibi. Gözlerimi kapattığımı hayal ediyorum , yatağıma uzanıyorum ve gözlerimi kapatıyorum...

    Yıllar önce gülüyordu insanlar , neye güldükleri önemli değil gülmeyi biliyorlardı onu hissediyorlardı. Ağlamayı ,tatmayı , aşık olmayı. Birbirine sarılıp mutlu olan insanlar yada hıçkırarak ağlayanlar. Aşkın tarifini yapamam eskiye gidip gelsem yine bir şeyler anlatamam sizlere. Sadece o diye tarif edebilirim o vardı o mükemmel his ve ismi aşktı.
   
     Yavaş yavaş yıkılan duygularımızın yerini tek bir duygu aldı 'bencillik'. Tek bir duygu tüm dünyayı nasıl değiştirebilir. Bizleri nasıl esir alabilirdi. Gözyaşlarımızı nasıl söküp alabilirdi. Kopardı bizleri sevdiklerimizden , eşlerimizden , dünyadan, doğudan, batıdan, güneyden ve kuzeyden , kopardı ve aldı.

14 Kasım 2015 Cumartesi

Kör

     Mükemmel bir denge ile oluşturduğun ve oyuna sokmaya hazırladığın yeni fikirlerin. Gözlerin bir başka bakıyor artık, sen değişmişsin. Çıplak ayakların ıslak zemin ile temas ederken çıkardığı şu ses..
Aklın oraya mı takıldı ? Ritim tutmaya başladın..Hoşuna gitmiş olmalı. Adımlarını sürdürüyorsun, yürürken daha zeki hissediyorsun galiba  ,kafan çalışmaya başladı.

     Göz bebeklerin yerinde durmuyor etrafa bir göz gezdir bence ama kafanı çeviremiyorsun , boynuna geçirilmiş bir tasma mı var yoksa ellerin boğazını mı kavradı. Hislerin geleceğe kayıyor gibi. Korkma, korku sana , mezara terk edilmiş ve ölmeyen bir bedenin etrafında dua eden bir kalabalık içerisindeymiş gibi hissettirir. Burada savaş yok tanıdığın insanlar hakkında bir fikrin yok. Bir bilinmezlik etrafında sürüklenen aklın ruhunu taşımaya yardım etmiyor ve ruhun ona sahip çıkmıyor.

      Değişmeyi reddeden bir bedenin ruhu , başka bir bedenin beyni içerisinde süzülüyor. Yalana kulak asmayan ruh kendini kontrol edemiyor. Değişim başlıyor beklenmeyen kişide. Gözler birbirine bakmıyor ancak düşünceler aynı yönde ilerliyor. Yolları kesişmiyor, ortak noktalar kayboluyor, uzun gecelerde ve bitmeyen şarkılar eşliğinde.
      Beyaz bayraklar seni tatmin etmiyor, ulaştığın zafer sana yetmiyor. Elden ele geçirdin arzularını , savaşa hiç son vermedin.

29 Nisan 2015 Çarşamba

Teslimiyet



            Arzular ayağa kalkmış, onu istiyorum. Nefisler esir olmuş yozlaşmış akıllarda
            Girdabın içinde sürüklenen sıradan fikirler , okyanusun dibinde birikiyor
            Temizlenemez ve yok edilemez bir çöplük orası , adım dahi atılamaz
            Sadece ayak izleri kalmış kumsalda ve yalana tapanların ordusu

            Arzular harekete geçmiş, onu istiyorum. Bedenlerini kuşatmış kıyafetleri
            Ağızlarından salya akar , seni izler ve takip eder , gözleri üzerinde
            Düşüncelerini okumak istemezsin ,akıllarından bacaklar ve dudaklar geçiyor
            Boşaltılmış beynin karşı koyamaz onlara ve ellerinde tutuyorlar iplerini


24 Nisan 2015 Cuma

Bir adım fazlası



         -Sözlerin, gözlerimin hedefini değiştirdi. Yakından uzağa , çok uzağa..


             
                Bir kuş tüyünden daha hafif
                Gök yüzündeki bulutlardan daha berrak
                Gözlerden akan yaşlardan daha saf
                Yüzlerdeki gülücüklerden daha parlak
                Aradığım yer

 
                Tutunduğu daldan daha sağlam
                Aradığın mutluluktan daha temiz
                Bulunduğun yerden daha aydınlık
                İzlediğin dağlardan daha büyük
                İstediğim yer


                Verdiğim sözlerden daha sadık
                Bıraktığım sırlardan daha gizli
                Gömdüğüm sevgiden daha derin
                Okyanuslardan büyük , güneşten sıcak
                Hissettiğim yer
               

22 Nisan 2015 Çarşamba

Vekaletsiz seçim


          -Beyin yıkamanın silahlardan daha üstün olduğunu kanıtladılar. Bu üzücü ancak çoğu insanın bunun farkında olmaması daha da üzücü.


            Bir günahın boyutları ne derece büyük olabilir acaba. Yada ucu bizlere dokunan bir suçu affetme süresi ne kadar zaman alır. Yapılan hataları her zaman affedebiliriz. Ama bu bizi bir bağışlayıcı yapmaz. Hatalar her zaman karşılıklı anlaşmalar ile ortaya çıkar. O sana ipuçları sunar ve sen bunları görmezden gelirsin. Kaybedeceğini bildiğin bir kumara zar atarsın. Sonucunda karşı tarafı suçlarsın. Bizler dinlemekten çok konuşmayı tercih eden varlıklarız. Ucunda ışık gördüğümüz her tünele kafamızı sokarız ancak o tünel her zaman ışığa doğru yol almaz.
         
              Affedilen bir suçun ipleri artık senin ellerinde. Aynı hatanın tekrarlanması veya bir yenisinin eklenmesi iplerin gevşediği anlamına gelir ve onu çekmeye kalkışırsan, ipleri koparabilirsin. O iplere zaman geçtikçe yenileri eklenecek ve canını yakmaya başlayacaktır.Onları ağırlığı her geçen gün artacaktır  ve acı seni vazgeçirmeye çalışacaktır.

               Peki ya sen ipleri nasıl kontrol edeceksin. Gevşeten mi, sürekli çekiştiren mi. Belkide elleri kanaya na kadar tutan ve en sonunda o ipleri bırakan.

21 Nisan 2015 Salı

Gururlu insanoğlu

 
          -Kendimiz ile o kadar çatıştık ki zamanı geldiğin de umutlar bile kendini sakladı,
konuşmayı yasakladı ve  anlatamadık birilerine , korkular , umutlar ile savaştı ve onlar galip çıktı.  Dudaklarımız genişlemedi, aşağı doğru çekildi. Gözler, yaş ile kendini yenilemedi. Hapis kaldı içeride ve nehirler akmadı ileriye.

              Suçlu kimdi? duygularımızın yoğunluğu mu karışıklığı mı ?. Bizi çevreleyen insanlar ve her kafadan kendisinin haklı olduğunu savunan sesler. İşitmeyi reddetmiş kulaklarını tıkayan insanlar. Gözlerini kapayıp unutmaya çalışanlar , dilini dahi kıpırdatmayanlar. Nasırlaşmış eller ve  toprağı avuçlayarak  derinlerde kendinden bir şeyler arayan gözler.
               Umutlar ne içindi. Beklentiler ne için ?. Koca bir topluluğun önüne çıkıp senin için bağırdıklarını hayal ediyorsun .Aralarından birini seçip diğerlerine gözlerini kapatıyorsun. Biriktirdiğin duyguları ona veriyor, kendini teslim ediyorsun.
                Suçlu kimdi ? son sözleri keşke ile dolup onlar için çırpınışlar. Kendisi için yaşayıp yanında onları da istemek. Sözlerinin, davranışların ile çelişmesi miydi bu.
  Suçlu bizdik. Biz tektik , doğumda kendimiz için ağladık , büyürken kendimiz için çabaladık , ölürken de suçlu biz olmalıydık. Söyleyemediğimiz sözleri söylemeli , düşünceleri akıtmalıydık. Şüphe kalmamalıydı , boş sayfalar dolmalı, gözler etrafı izlemeli ve kulaklar onların seslerini işitmeliydik. Ellerimiz birbirlerine kenetlenmemeli onun ellerinide tutmalıydı. Suçlu bizdik, sizleride düşünmeliydik.

Söz gelimi

 
-Güven, korkuları yenerek kazanılabilirdi ve bizler sabretmeyi beceremedik.

     Öncelikle kendimizi tanımlayalım , kısa sözlerde öz yol alalım.Bazen öyle bir susalım ki , anlam çıkarsınlar , ders alsınlar kulaklarını tıkayıp sözlerini sıralayanlar. Seni takip etmeyi istemezler ,yol senin yolun dur. Kafamızı çevirmeyelim geriye ve  yere bakarak yürüyelim , toprağı izleyelim iz bıraksın ayaklarımız. Karşıya bakarsan bir şey göremezsin , geleceği göremezsin. Ama gözün arkada kalmasın attığın her adım seni zaten ileriye taşıyacak. İzlerin derin olsun, acısı derin, birazda şefkatli , gözlerimiz dolarak izleyelim seni.

   Ulaşacaksın bir gün , avuçların boş kalacak ama ruhun huzurlu. Ne geriye gitmek isteyeceksin o an ne de ileri. Orada kalmak o anı sonsuza kadar yaşamak isteyeceksin .Takılıp kaldı diyecekler belki üzmeye çalışacaklar seni. Etrafında bir çember kurup , üzerine gözlerini dikecekler. Ulaşamadılar onlar çünkü. Yürümeyi öğrenemediler , anı yaşayamadılar. Sen kal orada , geçmişe gitme o anda. Boynunu büküp adım atmamak ruhunun ilerlemediği anlamına gelmez. Evet, artık senin adım atmana gerek kalmadı, çünkü gözlerin ve fikirlerin o görevi devraldı.